9 Ocak 2013 Çarşamba

On metre yolu on dakikada yürümek

Ladin ile birlikte evle okul arasındaki kısacık yolu yürüyoruz. O yol bana hep aynı şeyi anlatıyor. Kulak veriyorum, dinliyorum ama değişmek ne zor.


Ladin'in okulu hemen yan binada. Gerçekten çok şanslıyız. Bir senedir Ladin ile birlikte evle okul arasındaki kısacık yolu yürüyoruz. Her sabah ve her akşam. Bir senedir, o yol bana hep aynı şeyi anlatıp duruyor. Kulak veriyorum, dinliyorum, anlıyorum ama değişmek ne zor.

Sabahları kapıdan adımımızı atar atmaz, Ladin önce çimenlerin üzerindeki salyangoza takılıyor. Çömelip ona öylece bakıyor. Beni de çağırıyor. Ben de çömeliyorum ve uzunca bir süre sadece salyangoza bakıyoruz. Salyangozun muhakkak ki bir hikayesi var. O ya işe giden bir anne ya da bir yavru. Bu benim hayatımda yeni. Çocukluğumdan beri çömelip öylece bir salyangoza bakmamışım. Salyangoza hikayeler yazmamışım. İlk birkaç dakika çok iyiyim, ben de kızımla orada bir salyangoza bakmanın tadını çıkarıyorum, sonrasında huzursuzlanmaya başlıyorum. İçimi tuhaf bir telaş kaplıyor, sabırsızlık. Şimdi şuracıkta bu sabırsızlığı meşrulaştıracak en az on tane haklı neden sayabilirim, ama neden hiçbiri değil biliyorum. Ladin o salyangozun başında saatlerce kalabilir, okula gitmekte olduğunu unutabilir. Yaşamak denen şeyin çömelip bir salyangoza boş boş bakmak, ona hikayeler yazmaktan başka bir şey olmadığını bile bile, göre göre o anı hep bozuyorum.

''Hadi Ladin okula geç kalıyoruz''.

Çünkü o yolu kat etmem lazım hem de bir an önce. Size bunu neden gerekli olduğuna dair on tane meşru neden sayabilirim. Ama neden hiçbiri değil biliyorum. Sanki her iki omuzumda birer melek var. Birisi; ''bak hayat bu, böyle akıyor işte'' diyor. Ötekisi; ''o emailleri bugün de yanıtlamazsan, birikecek'' diye sinsice fısıldıyor.  

Salyangozun başından kalkıyoruz. Üç bilemedin beş dakika sonra, Ladin sitenin sıvası dökülen duvarlarına takılıyor. Onları kıtır kıtır soymak hoşuna gidiyor, elini pütürlü duvarda gezdirmenin yarattığı hissin tadını uzun uzun çıkarıyor. Her seferinde bana dönüp ''anne bak'' diyor. Omuzumdaki meleklerden birini duyuyorum; ''sen de gezdir elini duvarda ne güzel diyor...'' Elimi gezdirmeye başlıyorum. Diğer melek fısıldıyor; '' Evden çıkmadan, manavı arayacaktın ama bu gidişle yapamayacaksın''.

Yolumuzun üstündeki ağaçlar, yere dökülen yemişler, kozalaklar, yolda duran ıslanıp kirlenmiş bir kağıt mendil, her sabah bizi karşılayan kuyruksuz kedi, durup seyrettiğimiz çöp kamyonu, yüzümüze yüzümüze esen rüzgar, rüzgârda sürüklenen poşet....

''anne bak!''

Ladin hepsi için duruyor. Hepsine uzun uzun bakıyor. Hepsini ayrı ayrı merak ediyor.
Meleklerden biri; ''Ladin ile rüzgarda uçuşan poşete bakmak ne güzel'' diyor.
Diğer melek fısıldıyor; ''amma yavaş yürüyor bu çocuk, zaten kıyafetlerini de bir saatte zor giymişti''.

Her durakta sabırsızlığım artıyor. Hatta Ladin'e kızgınlık duymaya başlıyorum.

Hadi Ladin...
Yürü Ladin...

Çabuk Ladin...

Yolun başındaki halimle sonundaki halim, birbirine benzemiyor. Sanki çömelip o salyangoza bakmanın tadını bir süre de olsa çıkaran ben değilim. O birkaç metrede değişiyorum. İki melekten birini duyamaz oluyorum.

Sonunda okula varıyoruz. Ladin'i bırakıp aynı yolu geri dönüyorum. Herhalde bir dakika falan süsüyor. Hiçbir şeyi görmüyorum, duymuyorum. Eve nasıl geldiğimi bile anlamadan kendimi evde buluyorum.

Sonra bazen bir şeyler bu oyunu bozuyor. Bir anda gözümü alan güneş. Masmavi gökyüzüne asılı kalmış bembeyaz bulutlar. Yeni açmış çiçekler, birbirini koklayıp duran iki köpek. O zaman ben de duruyorum, tıpkı Ladin gibi. Apartmanın önündeki çimlere yatıyorum boş boş bulutlara bakıyorum. Güneş yüzümü ısıtıyor.

Omuzumdaki meleklerden biri ''sadece nefes al'' diyor. Ötekisi sinsice fısıldıyor; ''istersen bir de tweet at''. 

Esra Sert'i facebook'ta takip etmek için tıklayın.
On metre yolu on dakikada yürümek

Bağlantılar